27 Kasım 2012 Salı

ÇOCUKLARDA BUGÜN NE GİYSEM SENDROMU


Vatana millete cümleten hayırlı olsun; bugün itibariyle okul formaları tedavülden kaldırılmıştır. Anne ve babalar için kabus dolu günler başlıyor. “Ayşe’de şu marka etek gördüm anne ben de isterim.” “Burak’ın pantolonu falanca marka bana da bana da.” Mini mini bebeler “bugün ne giysem” derdine düşecekler. Kiminin havasından geçilmeyecek; kimisi ezim ezim ezilecek. Çocukların işi zor; anne babaların daha da zor. Derslerde yarış son hızıyla devam ederken; bir de kıyafet yarışı başlayacak iyi mi?

Ülkece her rengi boyamıştık, bir tek fıstiki yeşilimiz kalmıştı oh o da oldu rahatladık hep birlikte. Beş yaşında okula başlayan, abecede’den önce “imaj herşeydir” sloganıyla tanışan çocukların suçu günahı ne? Ve söylemedi demeyin tıp literatürüne yeni bir hastalığın girmesi yakındır; “Çocuklarda Bugün Ne Giysem Sendromu”. Şimdiden tüm anne ve babalara geçmiş olsun!

26 Kasım 2012 Pazartesi

DIT DIT DIT…


Kırmızı ışık yeşile döner dönmez arkadan dıt dıt dıtlayan, biraz yavaş gidince dıtını dıt dıt dıtlayan, dıt dıt dıtlamak için bahane arayıp bulamayınca yine dıt dıt dıtlayan yurdumun sevgili insanı, bu acelen niye! Nereye, ne yetiştiriyorsun? Sen o dıtı dıtlayınca n’oluyor? Gideceğin yer belli, yapacağın hız ortada; on dakika erken, on dakika geç… Git işin için, kariyerin için, aşkın için yarış; git oralarda dıtla… Şu trafikte gösterdiğin dıtlama azmini hayatında göstersen sırtın yere gelmez alimallah.

Trafikte dıtlamak demek; ben bencilim, kompleksliyim, hayatta başarısız ve tatminsizim demek be kardeşim. Şimdi sen öylesin diye bunu herkesin bilmesine gerek var mı? Kendini deşifre etme diye söylüyorum. Yoksa haşa buyur istediğin kadar dıtla.    

12 Kasım 2012 Pazartesi

YEMEYELİM İÇMEYELİM EV’LENELİM



Saygıdeğer insan, filozof, yaratıcı ruh Ali Ağaoğlu “Bu değil, bu hiç değil, bu da değil, ahanda bu!” diyerek yeşilimizi katıla katıla katlederken isyan ediyoruz; oysaki giden gitmiş kalan sağlar bizimdir. Boğazdan geçerken bir bakın etrafınıza, İstanbul yama gibi… Dünyanın en güzel kenti falan değil artık; kafamızı nereye çevirsek bina; sağımız plaza, solumuz alışveriş merkezi… Çocuklar haftasonları anne babalarına “beni alışveriş merkezine götür” diyor. Haklılar… Park yok, bahçe yok, haydi İKEA’ya… En büyük eğlenceleri alışveriş sepetinin içinde dolaşmak ve günün sonunda Burger King Çocuk Mönüsünü mideye indirmek.

Ve anne babalar… Onların en büyük hayali günün birinde ev sahibi olmak. “Biraz para biriktirelim, peşinatı verdik mi çekeriz krediyi mis gibi evimiz olur”. Bekle olur! Evi değerinin en az iki katına mal ederek ve hayatının 20 yılını kredi ödeyerek geçirirsen evin olur. Özel sektörde çalışıyorsan iş garantin yok; devlette çalışıyorsan gelirin belli; ama evin yoksa bir hiçsin sen, eziksin, bitmişsin, yazık sana… Yeme, içme, gezme, dolaşma, yaşama; yeter ki başını sokacak bir evin olsun. Ali Ağaoğlu yeşilimizi yok ediyor diye kızıyoruz kızmasına da, adamın evleri daha maket halindeyken yok satıyor. Kim alıyor bu evleri?

Cenazelerde hocaların “merhumun evi var mıydı?” diye sormasına az kaldı. Evi yoksa Allah kurtarmış deyip toprak atacağız üstüne.

Haydi anne babalar ev almaya… Çocuklar alışveriş merkezine eğlenmeye… Ali Ağaoğlu yeşilimizi katletmeye… Ömür kısa, yapacak çok işimiz var daha…

7 Kasım 2012 Çarşamba

HOŞ GELDİN KIŞ!!!


Kış bu kez birden bire değil; yavaş yavaş geldi… Salına salına… Süzüle süzüle… Ve kabul etmek istesek de istemesek de yaz, artık “geçen yaz” oldu… Önce yorganlar çıktı; sonra yazlık kıyafetler uzun bir tatile gönderildi. Botlar, kabanlar, kazaklar bizi sıcak tutmak için görev başında... Her mevsim geçişinde olduğu gibi yine aynı cümleler sarf edildi; “yaz çocuğuyum ama kışı severim”; “ay ben sonbaharda doğdum; soğuktan hiç mi hiç haz etmem”… İyisiyle kötüsüyle geçti gitti yaz; öyle ya da böyle hoş geldi kış!

Kış demek, çalışmak demek… Baharda kuşlar gibi değiliz artık; içimiz kıpır kıpır etmeyecek bir sonraki mevsime kadar… Oturup çalışacağız. Çalışmadan arta kalan zamanlarda da güneşsiz bir mevsimi güneş gibi parlatmak için planlar yapacağız. Evde film keyfi, patlamış mısırlar, mis kokan kurabiyeler, gelsin çaylar gitsin romanlar, ailecek yapılan uzun haftasonu kahvaltıları, pijamalar, pofuduk terlikler, kış sporları, kayak, karda trekking, mangalda sucuk, sıcak şarap, bol tarçınlı salep... Coşkuyla şöyle diyeceğiz, “kış da bir başka güzel be!”

Ve bir de onlar var…  Biz, içimizi ısıtan sıcak kış planları yaparken, ne yapsak da kışı donmadan geçirsek diyen evsiz barksızlar, çatısız çaresizler, yiyecek yemek, tutacak el bulamayanlar,… Hiç aklımıza gelmeyenler, görmediklerimiz; görünce korkup kafa çevirdiklerimiz, bilsek de bildiğimizi kabullenmek istemediklerimiz, empati yapmaya cesaret edemeyecek kadar korktuklarımız… Hayatın karanlık tarafı onlar bizim için. Bir düşünsek… Her zaman değil, çok değil, sık da değil; bir anlığına düşünsek… Düşünürken yutkunamasak, kalsak öyle, içimiz titrese, üşüsek, içtiğimiz çaydan utansak; bırakıversek bir köşeye… Bir anlığına düşünsek…

Kasım ayı geldi kaloriferler hala niye yanmadı diye söylenip duruyoruz; batttaniyenin altına girip ısınmak bile bizim için bu kadar eziyetken, o battaniyeyi bile bulamayanların olduğunu hiç mi hiç aklımıza getirmiyoruz. Ne de olsa bizim keyfimiz yerinde… Ne de olsa biz kışı  güneş gibi parlatabiliyoruz!

Bir an düşünsek…