Kış bu kez birden bire değil; yavaş yavaş geldi…
Salına salına… Süzüle süzüle… Ve kabul etmek istesek de istemesek de yaz, artık
“geçen yaz” oldu… Önce yorganlar çıktı; sonra yazlık kıyafetler uzun bir tatile
gönderildi. Botlar, kabanlar, kazaklar bizi sıcak tutmak için görev başında...
Her mevsim geçişinde olduğu gibi yine aynı cümleler sarf edildi; “yaz çocuğuyum
ama kışı severim”; “ay ben sonbaharda doğdum; soğuktan hiç mi hiç haz etmem”…
İyisiyle kötüsüyle geçti gitti yaz; öyle ya da böyle hoş geldi kış!
Kış demek, çalışmak demek… Baharda kuşlar gibi
değiliz artık; içimiz kıpır kıpır etmeyecek bir sonraki mevsime kadar… Oturup
çalışacağız. Çalışmadan arta kalan zamanlarda da güneşsiz bir mevsimi güneş
gibi parlatmak için planlar yapacağız. Evde film keyfi, patlamış mısırlar, mis
kokan kurabiyeler, gelsin çaylar gitsin romanlar, ailecek yapılan uzun
haftasonu kahvaltıları, pijamalar, pofuduk terlikler, kış sporları, kayak,
karda trekking, mangalda sucuk, sıcak şarap, bol tarçınlı salep... Coşkuyla şöyle diyeceğiz, “kış da bir başka güzel be!”
Ve bir de onlar var… Biz, içimizi ısıtan sıcak kış planları yaparken, ne yapsak da
kışı donmadan geçirsek diyen evsiz barksızlar, çatısız çaresizler, yiyecek
yemek, tutacak el bulamayanlar,… Hiç aklımıza
gelmeyenler, görmediklerimiz; görünce korkup kafa çevirdiklerimiz, bilsek de
bildiğimizi kabullenmek istemediklerimiz, empati yapmaya cesaret edemeyecek
kadar korktuklarımız… Hayatın karanlık tarafı onlar bizim için. Bir düşünsek…
Her zaman değil, çok değil, sık da değil; bir anlığına düşünsek… Düşünürken
yutkunamasak, kalsak öyle, içimiz titrese, üşüsek, içtiğimiz çaydan utansak;
bırakıversek bir köşeye… Bir anlığına düşünsek…
Kasım ayı geldi kaloriferler hala niye yanmadı diye söylenip
duruyoruz; batttaniyenin altına girip ısınmak bile bizim için bu kadar
eziyetken, o battaniyeyi bile bulamayanların olduğunu hiç mi hiç aklımıza
getirmiyoruz. Ne de olsa bizim keyfimiz yerinde… Ne de olsa biz kışı güneş
gibi parlatabiliyoruz!
Bir an düşünsek…